Biz üç bacanak, hayatı sadece hayal ederek geçirdiğimiz yıllardan sonra, bir gün Artvin'den çıkıp, Bursa'ya gitmeye karar verdik. Ergin, Murat, Erdal, hepimizin yüreği doluydu. Yoksulluktan bıkmıştık. Çalışmak, bir şeyler yapmak istiyorduk ama koca Artvin'de bile elimizde sadece küçük işler vardı. Bursa'da kepenk sektörüne girdik. Ama orada da işler tıkır tıkır gitmedi. Yavaş yavaş ellerimiz boşalmaya başladı. Bursa'nın sokakları bize dar gelmeye başladı. Kepenk işine fazla rağbet yoktu ve biz yeterince güçlü değildik.

Bir gün, 2005 yılında, Ergin bir fikir attı ortaya: "İstanbul’a gidelim. Orada belki şansımız döner." O an ne kadar umutsuz olduğumuzu, her şeyin ne kadar zor olduğunu hissettik. Ama bir yandan da içimizde bir umut vardı. Başka çaremiz yoktu.

İstanbul’a göç ettik. Ne kadar zor olduğunu anlatamam. İki yıl boyunca her şeyi kaybettik, ama bir şey hep vardı; birbirimize olan inancımız. Geceleri sabaha kadar çalıştık, sabahları tekrar başladık. Biriktirdiğimiz parayla kepenk sektörüne atıldık, işimizi kurduk.

Ve sonunda, yıllarca hayalini kurduğumuz başarıya ulaştık. İstanbul’un en çok tercih edilen kepenk servisi olduk. Ama geriye baktığımda, o yılların bana öğretmediği hiçbir şey olmadığını fark ettim. Yoksulluk, zorluk, karanlık... Hepsini aştık. Başarısız olduğumuzda pes etmedik, her seferinde biraz daha güçlü kalktık.

Şimdi, İstanbul’un kalabalığında, hala birbirimize sarılarak başardıklarımızı hatırlıyoruz. Bu, sadece bir işin başarısı değil, bir kardeşin kardeşe olan inancının, her şeyin önünde durduğu bir zaferdi.